16 Haziran 2009 Salı

Servet..

İlk transferinde bas bas bağırmışlardı, "Servet değil, şampiyonluk istiyoruz" diye, nitekim haklılardı. Shevazede olmak kariyerini derinden etkilemişti. Ama o yılmadı Sivas'a gitti ve sıradan bir orta sıra takımı oyuncusu olmaktansa kendini geliştirmeyi ait olduğu yerlere gitmeyi seçti. Çalışmasının karşılığını ilk olarak Sivas'tan milli takıma seçilerek aldı ve daha sezon sonu gelmeden Galatasaray'a imza atacağı belli olmuştu. "Shevazede Servet" artık "Ayıboğan Servet" hatta benim gözümde "Drogba'yı, Ronaldo'yu yiyen Servet" oldu. Gitmesi elbet üzüntü verecek ancak, bu takımda en çok Avrupa'da oynamayı isteyen ve hakedende bizim futbol işçimiz Servet. Yanlız tek sıkıntım gittiği takım. Fransa Liginde oynamaktansa orta sıra bir premier lig takımına giderek daha iyi bir tercih yapabilirdi. Bir de eğer 7'ye satıyorsak bonservisinin %25i filan bizde olsun, bence iki sene sonra Servet Premier Lig'e sağlam bir transfer yaptığında bön bön bakma canımızı acıtır sanki. Yarım milyon doları 7 milyon euro yapan adamdan belki çok şey istiyoruz ama canımsın .

15 Haziran 2009 Pazartesi

Seviye Düşmesi



Aslında zerre umrumda olmayan bir durumdu Mehmet Topuz olayları. Ancak olaylar öyle bir noktaya geldi ki cidden komik durumlara düşmeye başladı. "Pennearabiata" yazısında Aziz Yıldırım'ın ilgisini eleştirmiş benim eleştirim ise Fenerbahçe taraftarlarına, bugün Kadıköy'de yürürken birkaç Fener formalı insan gördüm, Mehmet Topuz'un statta imza töreni varmış ve ona gidiyorlarmış. Bu kadar büyük futbolcu mu bu adam nedir yani, hani başkan inada bindi kendisine bir bakıma hakaret eden adama ayar vermek için uğraştı diyelim, peki taraftarda hiç mi mantık yok imza törenine gidiliyor? Ortega, Anelka ve en önemlisi Roberto Carlos görmüş takımın taraftarının bunu yapması düşen seviyenin boyutlarını açıkça gösteriyor.

9 Haziran 2009 Salı

Ve Kaka Resmen Gider


Haber bugün Real Madrid internet sitesinde yayınlandı ve Kaka resmen İspanya yolcusu oldu. Biz Topuz diye tartışırken adam tüm dünyanın gözü önünde ben Milan'da kalmak istiyorum diye bağrındı ama Galliani'ye yaranamadı ve sonuç olarak kesinleşti Real transferi. Kaka stil olarak en sevdiğim futbolculardan biridir. Umaraım Galacticos'a giden diğer yıldızlar gibi sönük bir yaşam geçirmez ve Zidane'ın izinden devam eder. Bu uğurda zaten en büyük desteğide Zidane'dan alacak olması Kaka açısından transferin belki de en güzel yanı.

8 Haziran 2009 Pazartesi

Anlatılamayan Gurur


Yıllardır futbol konu oldu mu coşturur dururuz, söze hep Avrupa, Dünya 3. sü Milli Takımın oyuncuları diye konuşuruz Ama Emre ve Hakan'ın İnter deneyimlerini saymazsak Top Class diyebileceğimiz takımlarda oynayan bir oyuncumuz olmadı. Bu oyuncularında takımlarında yıldız olmadığını düşünürsek bireysel anlamda çektiğimiz sıkıntı daha da iyi anlaşılabilir.

Ancak Hedo sağolsun basketbolda durum çok daha farklı. Dünyanın bir numaralı basketbol organizasyonun final serisinde bir Türk ve onun takımı oynuyor ve daha da önemlisi o Türk bu takımın birinci derece yıldızı. Seride belki 2-0 geriye düşmüş olabilirler ama Hidayet'in oyunu milyonlarca Türk'ü gururlandırmış olmalı. Hatta oyunda yaptıklarının yanında maç öncesi basın toplantılarında Phil Jackson'a onun hakkında özel sorular sorulması, maç sırasında sürekli onun gösterilmesi bende tarif edilemez bir gurur yaşatıyor. Özellikle maç bittikten hemen sonra maçı yayınlayan kanalın Lakers'ın sevinç görüntüleri yerine Hidayet'in soyunma odasına gidişini görüntülemesi bile bu maçı kimin hakettiğini gösterdi. Büyük adamsın Hedo.

Bu arada bilindiği üzere Hedo bu sezon opsiyonunu kullanmadığı takdirde serbest oyuncu statüsünde olacak. Orlando'nun salary cap yüzünden Hedo'yu elde tutması çok zor ve Hedo yüksek ihtimal bu yaz transfer olacak. Ne mutlu sonunda saçma futbol transfer haberlerini okumaktan öte bir yıldızımızın kapılma çabalarını izleyeceğiz, hatta şimdiden sezonluk ücretiyle kaç tane Ferrari alınır yada kaç cumhuriyet altını alınır tarzı haberleri de beklemeye başladım.

6 Haziran 2009 Cumartesi

Frank Rijkaard


Galatasaray ve Haldun Üstünel'den inanılmaz bir transfer şovu daha... Herkes Juan de Ramos beklerken Rijkaard transferini duyurması, gündeme gelen o kadar isim arasında bence tartışmasız en iyisi. Barcelona'da kurduğu sistemle o zman İtalya ve Yunanistan etkisi yüzünden unutulmaya yüz tutmuş hücum futbolunu(biraz iddialı oldu sanırım) yeniden gündeme getiren büyük bir teknik adam bence. 5 sene Barcelona'nın başında kalabilmesi ve bunun üzerine bir yıllık aradan sonra getirebilmek çok büyük bir başarı. Barcelona'dan ayrılma sebebinin dengesiz futbolcular ( Ronaldinho, Eto'o ve Deco) olduğunu da belirtmek gerek. Ancak kendisi hakkında yegane son raddeye çıkmış bu ekonomik sıkıntıda istediği oyuncuları getirtebilecek mi ? Gayin-Sin haberine göre kendisi 5-10 milyon euro'luk bir transfer bütçesini kabul etmiş. Takımın acil bir stoper ve orta saha ihtiyacı düşünüldüğünde birilerini satmadan etkili transfer yapmamız çok zor gözüküyor. İçimden bir ses Mehmet Topal ve/veya Hakan Balta gidici diyor ama hadi hayırlısı, bakarsınız Sabri'yi Rusya'dan bir takıma göndeririz de bir taşla iki kuş vururuz. Haldun bu yapar yapar.

4 Haziran 2009 Perşembe

Entourage


Sanırım son zamanlarda seyrettiğim en iyi dizi. 5 sezonunu seyretmem bi haftamı aldı. Yeni sezon 12 temmuz'da başlayacakmış, 5. sezon finalinde Martin Scorsese filminde başrol teklifi almıştı. Umarım tayfa olarak güzel bir yıl geçirirler. Dizideki Johnny 'Drama' Chase ve Ari Gold karakterlerine bir ara ayrı bir başlık açmak ayrıca farz.

3 Haziran 2009 Çarşamba

Geçen Sezonun Dönüm Noktaları



Uzun uzun açıklamalar yerine madde madde yazmakla yetineceğim;


- TSL 14,15,16. Haftalarda oynadığımız güzel futbol. Skibbe yönetimiyle başarıya ulaşacağımız sinyali alındı, oynanan futbol fena halde umut verdi.

- Ne kadar doğrudur bilinmez ama devre arası takımın yaptığı tatil-kamp karışımı olay. Söylenenlere göre Antalya kampında hiçbir düzenli çalışma yapılmamış , ikinci devrenin berbat geçeceği daha o kamptan belli olmuş.

- Sivasspor Maçları. Takımın 3 maçta aldığı 2 mağlubiyet ve 1 beraberlik takım kimyasını bozdu, federasyonla aramız açıldı.

- Kocaelispor Maçı. Belki de bizim için sezonun bittiği maç oldu bu. Alınan farklı mağlubiyet ve Servet'in sakatlığı bir bakıma sezonu bitirdi.

- Teknik Direktör Değişikliği. Cidden çöküş dönemine giren Skibbe dönemi hakkında kökten temizlik yapıldı ve o berbat durumdaki Galatasaray'ın başına hayır diyemeyecek tek adam getirildi. Takım yönetimi olarak yaptıklarını doğru bulmasamda an itibarı ile getirelebilecek en iyi teknik adam getirildi.

- F. Meira'nın satılması. Şahsi düşüncem bu transferden sonra sezon kapatılmıştır ve bundan sonra ne olursa kısmet felsefesine geçiş yapılmıştır. İki stoperin sakat olduğu bir dönemde bir de bu oyuncunun satılması, cash 6 milyon Euro'ya evet ancak sezon sonu gelecek olan 15 milyon euro'ya eyvallah demektir.

- Uefa'dan elenme. Zor bir takım gelseydi ve elenilseydi, yada daha maçın başında geriye düşüp elenilseydik bu kadar koymazdı. Ama 2-0 dan gelen mağlubiyet milyonları bunalıma sürükledi.

- Lincoln Davası. Bülent Korkmaz'ın Lincoln'e yaptığı haraketler kanımca futbolcunun performansında önemli rol oynadı. Hamburg maçında oyundan alınması, üstüne Trabzon maçında oynatılmayıp Hamburg maçına sakladım tarzı yalanlar söylemesi Bülent Korkmaz'a hiç yakışmayan haraketler oldu. Aynı Bülent Korkmaz, Kewell'ı oynatmadığı dönem hakkında da onu 19 Mayıs GS - FB dostluk kupasına saklıyorum açıklamasında bulunmuştur. Kewell belki yedek kalmayı, dk:89'da girmeyi kendine yedirebilir ama her oyuncu Kewell the Jewell değil ne yazık ki.

-Fenerbahçe Beraberliği: Bu maçın üzerine zaten konuşabilecek birşey yok ancak bu maçtan sora futbolcularda kafalarında sezonu bitirdğinden dolayı bu maçlardan sonra gelen Ankara beraberliği ve Hacettepe mağlubiyeti pekte fazla bir şey ifade etmedi.



Sonuç: Heralde sezon başında birisi gelip Galatasaray sezonu 5. bitirecek deseydi kendisine g*tümle gülerdim ancak acı gerçek oldu ve Galatasaray üstüste yapılan yanlışlıklar sonucu sezonu 5. bitirerek İntertoto kupasına katılma hakkı elde etti. Lütfen kendimizi Europa Cup'a gidiyoruz diye avutmayalım, 15 Temmuz'da sezonu açmak demek intertoto kupasına katılmak demektir.
Sezon adına güzel olan şeyler ise, Milan Baros, Kewell, Emre Aşık ve Arda'nın muazzam performansları.

Hayat Yordu Be Birader..


İş okul filan derken iyice aksattık şu blog olayını, baktım etraftan arkadaşlar laf sokmalara da başladı o zman anladım ki devam etme zamanı gelmiş bile. Artık blogla ilgilenmeme nedeni yaratacak tüm sıkıntılardan da kurtuldum sonunda. Yazmadığım süre içinde çok şey oldu, 5. olmalar, Kaptan'ı kovmalar filan hepsine kendi çapımda değinmeye çalışacağım. Saygılar..

26 Şubat 2009 Perşembe

Galatasaray - Bordeaux



Takımımızın gidişatı kötü olmasına ve defansımız olmamasına rağmen nedense çok rahatım maç öncesi, Büyük Kaptan'ın ilk maçı olması benim için maçın avrupa maçı olmasından daha önemli şu anda. Ama yinede birçok soru işareti var kafada, defans kurgusu nasıl olacak, forvet sistemi nasıl olacak en önemlisi Kaptan takımı kendine göre mi kuracak Bordeaux'ya göre mi kuracak, yani gol temeyelim nasıl olsa atarız zaten Gourcuff'ta yok mantığı mı olacak yoksa güzel futbolu taraftara ispat edelim her türlü yediğimizden fazlasını atarız mantığı mı olacak..? Güzel futbol ve 4. tur istiyoruz kaptanım.

24 Şubat 2009 Salı

Oh Be Ruh Geldi..!



O gelsin bu gelsin diyenlere daha Kocaeli maçı biter bitmez söylemiştim. Bu takıma karizma teknik adam veya teknik direktör lazım değil ruh lazım demiştim. O yüzden ya Kral Hakan yada Büyük Kaptan gelsin demiştim. Ertesi gün efsane geri döndü yazılarını okuyunca gözlerimin içi parladı. İhtiyaç olan şey gelmişti takıma, ruh ve hırs. İsterse sezonu bundan daha kötü tamamlayalım kadroyu kendisinin kurmadığını bildiğimizden çokta kızamayız kendisine. Ama artık 2000 jenerasyonundan bir kaptanın takımı ele geçirme zamanı gelmişti ve çok şükür sonunda oldu. Takımda lider yok diyenler artık rahatlayabilir. Dün itibarı ile Florya'da her kesime hitap eden 3 tane lider vardı. Büyük Kaptan, Hasan Şaş'ım ve yeni 3'ümüz Uğur.


16 Şubat 2009 Pazartesi

Parçalı Karizması


Special Thanks to: Hagi10 & Galatasaray Dergisi

8 Şubat 2009 Pazar

Selçuk Dereli


İşlerimin yoğunluğu dolayısıyla uzun bir süredir yazı yazamıyordum, ancak bu konuda çok dolu olduğumdan azda olsa zaman ayırıp birşeyler yazmak istedim, olay Lincoln'e gösterilen kırmızı kart değil, bu konuu zaten resmi siteden en kenar mahalle kıraathanesine kadar her yerde tartışıldı, benim esas merak ettiğim olay Baros hadisesi. Tabiri caizse adamın maçta ağzına sçtılar ama Selçuk Dereli denen hakemimsi android her defasında haksız olan tarafın Baros olduğuna kanaat getirdi ve gereksiz sertliğe prim tanıdı. Bu olaylardan en ağırı tabiki Baros'un kafasının yarıldığı pozisyondu ve Baros bu pozisyon sonrasında kurtlar vadisi bir haraketle elindeki kanı hakemin üzerine sürdü. E peki Selçuk Dereli madem o kadar otoriter bir hakemsin dakika 30da Lincoln'ü atabiliyorsun buna neden kırmızı kart göstermedin, üzerine kan sürmekle, üzerine tükürülmesi arasında ne fark var? Madem o kadar başarılı bir hakemsin Baros'u da atacaktın, ama atsaydın da hakemliğin bitecekti. Sen bu maçta sadece sadece Galatasaray'la değil kendi şerefinle de oynadın. Bu haraketinden sonra sana ve ailene edilecek her küfür mübahtır. Gel yol yakınken bırak şu işi. Eyyamcılığını, hakemliğini geçtim artık adam değilsin.

2 Şubat 2009 Pazartesi

Muazzam Geçen Bir "Football+Tennis Weekend"


31 Ocak - 1 Şubat tarihleri futbolseverler için inanılmaz bir hafta olarak geçti. Cumartesi günü eğlence saat 1'de başladı. Önce Kayserispor - Sivasspor maçı oynandı ki bu maç sonrasında ki maçlara oranla çok sönük geçti. Ama sanki futbolseverler için özel olarak hazırlanmıştı ve yavaş yavaş vites arttırıldı. Ankaraspor - Trabzonspor maçı da seyri zevk veren maçlardan birisiydi. Gökhan Ünal'ın attığı golü görünce "ahanda haftanın golü" dedik sonrasında olacak gollerden habersiz. Nonda, Alex, Tello arka arkaya salladı güzel golleri. Bize de 4 golde de dumur dumur televizyona bakmak kaldı. Galatasaray - Denizli maçına gelince bu seneki oyun sisteminde Lincoln'ün yeri düşünüldüğünde Galatasaray belki de oynayabileceği en iyi maçlardan birisini oynadı. Lincoln & Kewell'sız Galatasaray gerçekten eksik olduğu için maç için konuşulacak çok fazla şey olduğuna inanmıyorum.
Pazar günü futbol dışında birde sabah erken saatte Nadal - Federer Avustralya Açık Finali vardı ve bana göre sürpiz olmadan Nadal kazandı. Federerseverler üzülse de Nadal'ın inanılmaz yükselişini görmezden gelmeleri büyük ayıp olur. Yorgunluğuna ve dizindeki sakatlığına rağmen inanılmaz bir maç çıkardı. Umarım bu rekabet daha uzun süre devam eder. ve böyle izlemesi zevkli, şaşırması bol maçlar görmeye devam ederiz. Tenisseverlerin Sampras - Agassi'den beri bu tarz ikililere ihtiyacı var.




Futbol'a geri döndüğümüzde ilk başta Inter ve Mourinho karşıladı bizi. Fener maçı başlayana kadar onlarla zaman geçirdik ve oradan Fenerbahçe maçına geçtik. Fenerbahçe bu sene kendi sahasında bile pozisyon fakiri olarak oynuyor. Dışardan bakan biri olarak taraftara hak veriyorum ve değişmeyen tek şeyin yani yönetimin artık değişmesi gerektiğine inanıyorum. Tabi tek kötü olan Fener değil, Gaziantepspor'da Kadıköy'e gelen bir takım için fazlasıyla iyi bir maç çıkardı. Tabata olsun Beto olsun gerçekten zevk vererek oynuyorlar ve ligde bulundukları yerden daha fazlasını hak ediyorlar. Maçın akabinde bi yarım saat kadar Liverpool - Chelsea maçına baktım. İzlediğim kadarıyla Liverpool rahat bir şekilde galibiyet aldı. Sonradan öğrendimki ben açmadan hemen önce Lampard atılmış ve Chelsea dağılmış. Beşiktaş - Antalya maçında Türk futbolunun formatı gereği bi eski oyuncu kazığı bekliyordum ama Şifo beni ikinci kez yanılttı. Beşiktaş bu tek farklı galibiyetlerle nereye kadar gider bilmiyorum. Tabi haftanın en güzel yönü 4 büyük takımın maçında da muazzam goller atılmasıydı. Tam Gökhan'ın golünde aha haftanın golü dedim ki Nonda'dan bana tokat gibi cevap geldi. Hala onun attığı golü düşünüyordum ki Alex inanılmaz bir gol daha attı. Ulan hangisi daha güzel diye düşünürken Tello sıradaki benim dercesine o sol ayağıyla muhteşem bir gol de attı. Sonuç olarak bu keyifli haftasonumuza muazzam bir nokta koydu.
--Turkcell Süper Lig Hiç Bitmesin--

28 Ocak 2009 Çarşamba

Nefret Doğmasın


Ulan Fenerbahçe şampiyon olsun ama bu adamlar olmasın! Bu sözleri benim gibi bir adam söyledi. Sivasspor oynadığı oyun ve oyuncularının tavırlarıyla mazlum rolünden çoktan çıkmış gözüküyor. Dün oynanan maçta özellikle ilk yarı oynadıkları itici futbolun üzerine Sezer ve Bilica gibi karaktersiz oyuncular yüzünden belki de yeni bir rekabet ortaya çıkacak. Futbolcuların yaptığı gereksiz sertlikler ve oyunu germeye yönelik haraketler Bülent Uygun'un futbolda anadolu ihtilali yapacağız lafından ne anladığını açıkça ortaya koydu sanırım. Birde samiyende Galatasaray'a böyle davranan takım kendi sahasında anadolu klüplerine karşı nasıl mücadele ediyordur tahmin etmek bile istemiyorum.


Maça gelince sanki cumartei günü oynanan Sivas maçının bir kopyası idi. Tek fark güzel zeminde bizimkiler daha rahat top yapıyordu. Ama Lincoln & Kewell'sız Galatasaray ancak bu kadar oldu. 400'den fazla pasa karşılık 15 şut olması bunun en basit göstergesi. Maç boyu yaptığımız tek şey pas yapmak oldu ancak bir türlü Baros'u pozisyona sokacak son pasları beceremedik. Zaten golüde Sabri'nin açtığı bir orta sonucu bulmamız maçın ne kadar zora girdiğinin kanıtı. Aydın'da ki patlama yapma sorunsalı tam gaz devam ediyor. Galatasaray adına belki de maçın tek güzel olayı Meira'nın artık oynamaya başlaması oldu. Mehmet Yıldız'ı yedi bitirdi. Bursa maçından sonraki en istekli Meira'yı sahada gördük. Ama başta söylediğim gibi Sahada Lincoln güzelliği & Kewell asaleti olmayınca işler iyi gitmiyor. Hele bir de iki yıldızından yoksun takım sahaya tek forvet çıkmak zorunda kalıyorsa dün gece görüldüğü gibi sadece pas yapan bir takım ortaya çıkıyor.
Bir sözde taraftarımız için söylemek lazım, maçın sonlarında Balili'ye yapılan tezahürat hakkında. Ciddi anlamda büyük bir rezalet, yenilebilirsin belki adam seni kızdırmışta olabilir ama söylenenler belki de Rıza Efendi 2 ekmek bi süt tadındaydı. Bu tribüne hiç yakışmadı.

27 Ocak 2009 Salı

Ne Gerek Var..?


Lincoln yine iki hafta yok. Sebep..? Düzensiz idman değil, futbol oynamama isteği de değil. Aslında çok komik bir sebebi var. Malatya maçında bacağına aldığı darbe. Bu adamın ne işi var Malatya maçında diye sorarsak kimse cevap veremez heralde. Hiçbir beklentisi olmayan bir ikinci lig takımına karşı beraberlik bile yeterli yetecekken Skibbe sahaya yine as kadro sürdü. Sonuç olarakda Lincoln sakatlandı. Artık rotasyon yapmakiçin vakti de kalmadığına göre bu mantıkla Skibbe'yi daha zor günler bekliyor demektir. Ama umarım ders olmuştur kendisine. Çünkü Skibbe uzun yıllar takımımızın başında görmek istediğim bir teknik adam.

25 Ocak 2009 Pazar

James Troisi



Daha önceden farkedemediğim için kendimden utanıyorum. Cavcav uzun bir aradan sonra yine piyasaya muazzam bir transferle girmişte haberimiz yokmuş. James Troisi denen adamı ben dün gece farkettim. Topla bu kadar etkili ve güçlü oyuncular ligimizde ender bulunan cinsten. Bu adam bunların üstüne birde muazzam bir şut yeteneği ekleyerek inanılmaz bir oyuncu haline gelmiş. Henüz 21 yaşında ki Avustralya'lı oyuncu, ülkesinin olimpiyatlarda da milli takımında forma giymiş. Utanmadan 3,5 dakikalık maç özetinde görüp bu adamı kendi takımımda istiyorum. Kewell alsın yetiştirsin bu adamı.

24 Ocak 2009 Cumartesi

Sezer Badur


Çirkef bir futbolcu olduğu herkesin malumu. Ancak bu adam sandığımızdan çok daha çirkef sanırsam, bugünkü Galatasaray maçında, Yaser Yıldız kendisine öyle bir faul yaptı ki, inanılmaz bir sinir boşalmasıydı. Daha oyuna gireli 10 dakika olan oyuncu ne yaptıda bu kadar kızdırdı bilemiyorum. Ek olarak Ümit'e kırmızı gösteren hakem Yaser'i niy atmadı anlamadım. Madem o kadar kolay kart veriyosun bu müdaheleye hayli hayli kart göstermen lazımdı.

Sivasspor: 2 - Galatasaray: 0



Sonunda ligler başladı diyecektik ama keşke böyle başlamasaydı. Zemin berbat haliyle de oyun berbat. Atanalır maçı olacaktı kısaca. Nitekim öyle de oldu. Maç hakkında söylenecek çok şey var. Kırmızı kart?, oynanan futbol, zemin, Sezer Badur, Michael Skibbe, sakatlar, hakemler...

Maçın sıkıcı olacağı daha başlama saati açıklandığında belli olmuştu. Bazı yazarlarımız halen maçların gündüz oynanmasını talep ediyor. Ama yıllardır hiç bir gündüz maçından zevk alamadım. Hele bide spikerin baygın tavırları eklenince tamam dedim birazcık zevk alma ihtimali vardı o da gitti şimdi. Galatasaray maçı almak adına ilk golü yiyene kadar hiçbir şey yapmadı. Klişe tabirle verin bana 1 puanı ben insani ortamıma geri döneyim havasındaydı. Ne olduğu anlaşılamayan kırmızı kart sonrası devre bitti ve megaloman Bülent, Balili'yi alarak forveti üçledi ve bundan kısa bir süre sonra ilk golü buldular. İşte o zaman futbolcularımız bişeyler yapma gayretine girdiler ancak hücumda fırtınalar kopardığını düşünen Sabri'nin ileri çıkması sonucu verilen bir pozisyonda ikinci gol geldi ve maç koptu. Bana kalırsa golden 5 dakika önce Baros çıktığında maç çoktan bitmişti. Bir sözümde Sivas taraftarına olacak, bu kadar basit bir taraftar hayatımda görmedim. Yapılan basit tezahüratlar, edilen aşırı küfürler. Birinin Sivas'a halen büyük klüp olamadığını anlatması lazım.

Bir de zemin olayı var tabi, ligin en iyi futbol oynayan takımlarından ikisi, heralde bugün futboldan nefret ettiler. Bu gibi konularda artık federasyonun birşeyler yapması gerek. O kadar sponsor parası artık primlere gitmesinde birazda lig yararı için harcansa, bu tarz statların kış ayları bakımın federasyonumuz üstlense çok mu kötü olur. Tamam hava soğuk, buzlanma üst derece ama en azından sahanın çamurlaşması düzgün bir bakımla engellenebilirdi. Sivas'ta orada burada biz büyük klubüz, şampiyon olacağız naraları atmaya bir kenara bırakıp, bu sahaya bakmalı. Ama sanırsam Sivaslı'lar daha çok Mehmet Yıldız'ın sakatlanmasını bekliyorlar. Bir müsibet bin nasihat olayı olmaz umarım.


17 Ocak 2009 Cumartesi

Nice 100 Yıllara



Futbolun ne olduğunu bilmeden bile bildiğim birşeydi bu ezeli rekabet. Ne zaman sezon fikstürü çekilse ilk baktığım şeydir Fenerbahçe maçı. Hele bir de ikinci maç Sami Yen'de ise o fikstür benim için güzeldir. Diğer son iki hafta Beşiktaş-Sivas maçları oynancakmış umrumda olmaz. Özellikle son 10 yılda bu iki takım zaten süper ligin anlamı oldular. Diğer takımlar hiçbir zaman yardımcı oyuncudan öteye gidemediler. Papazın Çayırında 100 sene önce bugün başlayan rekabet önümüzdeki her geçen gün biraz daha arttı. İyisiyle kötüsüyle her futbolseverin en çok beklediği maçlar oldu. Ekibimiz 100.Yıl şerefine sitesinde bir kutlama mesajı yazması da çok güzel birşey. Fenerbahçe'de ki hazımsızlık sanal ortamda da devam ediyor, hiçbir şey yazılmamış yine.

Son olarak, artık şu derbinin reklamını daha iyi yapın be arkadaş, dünyanın bir numaralı derbisi diyoruz bir tek lig tv canlı yayın olarak veriyor.

Herşeyin İyi Gitmesi Üzerine



Galatasaray ve Lincoln'ün bu sene kederleri aynı heralde. İkiside sezona kötü başlangıç yaptı ancak sonrasında inanılmaz bir toparlanma sürecine girildi. Tabi bu durumda bizim yaratıcı spor basınımızın pek işine gelen bir durum değil. En küçük fotoğraflar üzerine bile inanılmaz senaryolar yazılması üzerine söylenebilecek birşey olamaz. Sadece bol bol küfür edilebilir. Ama adamlar resmen işlerin kötü gitmesinden besleniyorlar, bu yüzden de olmadık şeyleri yazarak prim yaratmaya çalışıyorlar. Zaten en çok yaptığımız şey olumsuz eleştiri, bunu yapmak içinde bişeylerin kötü gitmesi şart. En basidinden eksisozluk'te türkiye'nin yenildiği maçlarda fatih terim hakkında yüzlerce entry girilirken, kazandığımız maçlar sonrasında 3-4 entry belki giriliyor. Bence yavaştan buna bir son vermek lazım.

Mesela yandaki görüntü, insan sevgilisiyle konuşurken bile bu şekilde mimikler yaşayabilir. Ama bu ülkenin en çok okunan gazetesi, bu olayı kavga yaşandı diye verdiler. İlk başta fizyoterapisti futbolcular arasında olay oldu dediler, kaptanımız bizi ilgilendirmez ki aslında doğrusunu yapıyor dedi duruldular. Sonrasında bu resmi yakaladılar, aralarında sorun var dediler, fırça yedi dediler. Amaç..? İyi giden işleri bozmaya çalışmak, Lincoln kötü oynamaya başlar, yönetimle sorunlar yaşamaya başlarsa değmeyin basının keyfine. Bi gün sorunlar üzerine haber yapılır ertesi gün Lincoln gitmek istiyor diye haber yapılır ve sonraki 5 günde yönetimin Lincoln yerine görüştüğü isimler haber yapılır. Alın işte gazete bi haftalık haber ihtiyacını karşıladı bile. Adamlar yalanlamaktan bıktı, bunlar yıllardır sallamaktan bıkmadı. Nereye kadar..?

15 Ocak 2009 Perşembe

GS TV



Bir iş yaparken hakkını vermek lazım. Bana göre bizim Tv'miz bu olayın pekte fazla hakkını vermiyor. Özellikle hakları Doğan Grubu'na geçtikten sonra kanalımız iyice saçmalamaya başladı. Tamam belki haber konusunda filan gelişmeler olabilir ama Galatasaray'ın sesi olan bi kanalın kesinlikle daha güzel yayınlar yapması gerekir diye düşünüyorum. Aynı durum internet sitesi içinde geçerliydi. Eskiden(e-kolay'ın kontrolündeyken) öyle arada bir göz atmak için bakılan site, editörlüğünün Galatasaray Dergisi ekibine geçmesiyle bütün Galatasaraylı'ların ilk elden, hızlı ve kesin haber aldığı bir site haline geldi. Eğer elinizde Galatasaray gibi bir marka varsa bunu en iyi şekilde kullanmanız gerekir. Şu an ise Gs Tv'nin, ligin tatil olduğu dönemlerde futbolcularla röportaj dışında kaydadeğer bir yayın yaptığını söyleyemeyiz. Eğer sorun Doğan Grubu'nda ise, en azından dergiyi yapan kadroya buraya kaydırın, onlar reklamını almaya devam etsin.

Yolcu(mu)dur Abbas


CR7 markası zaten adına tescilliydi, hatta Lizbon'da mağazası bile var ama CR9 nedir arkadaşım, inceden tüyüceksin galiba Real Madrid'e... Tabi Raul'le forma polemiğine girmeye cesaret bile etmemeni tebrik ediyorum. Ama şunu söylemek lazım, bırak bu CR9 ayaklarını, nereye giderse git sallamazda beni, benim küçüklüğüm gerçek Ronaldo'nun r9 larını giymekle geçti, ne kadar Captain Awesome'da olsan bari geçmişimizden uzak dur, taklitçilik yapma..

12 Ocak 2009 Pazartesi

Rakibimizi Tanıyalım #1


Maça az kaldı yakın zamanda tehlikeli isimler hakkında yazmaya devam edeceğim, sıradaki video servet meira ikilisine gelsin..

4 Ocak 2009 Pazar

Transfer..


Wayne Bridge.. 2000'li yılların başlarında dünyanın en iyi sol beklerinden biri olması bekleniyordu.. Ancak bir türlü beklenen patlama olmadı Ashley Cole geldi harcadı çocuğu.. Şimdi ise 10 milyon pound karşılığında Manchester City forması giyecek.. Araplar takımı aldıktan sonra atıp tutuyorlardı Ronaldo, Buffon, Kaka, Casillas diye.. Sanırım ilk transferlerinin bu olmasını kimse beklemezdi.. Birde şu olay var ki yıllardır düzenli oynamayan bu adama bu para verilir mi..? bence verilmez ama artık futbolda yeni bir kavram var ve buna göre transfer ücretleri ikiye ayrılıyor, gerçek değerleri ve Real Madrid, Chelsea, Manchester City değerleri.. Bu takımlara oyuncu verecek takımlar "evini müteahhite verecek olan dul evsahibi" gibi davranıyorlar ve sonunda istediklerini alıyorlar.. Bu konuda Olympique Lyon ve Porto'yu da ayrıca tebrik etmek lazım.. Abramovich veya Araplar batarsa bu ik takımın nazı yüzünden batarlar..
Ayrıca bir nokta daha var ki.. Bridge transferi normal transfer döneminde yapılsa bu kadar ses getirecek miydi..? Mümkün değil..

2 Ocak 2009 Cuma

Terbiyesizlik, Arsızlık, Hayvanlık ...


Hagi vs. xxx..Bilumum internet sitesi, forum ve basın organları yapıyor bunu..X yerine bazen Alex geliyor bazen Roberto Carlos hatta Hristo Stoichkov'u bile getiren var.. Yapmayın kardeşim etmeyin eylemeyin taş olursunuz benden söylemesi..

Fernando Redondo


Sabah ki arjantin yazımdan sonra aklıma redondo geldi ve galatasaraysozluk'e bu adamla ilgili bikaç şey yazdım ki bazı arkadaşlarda Redondo'yu en az benim kadar hatırlayıp saygı gösteriyorlarmış..Forumdan vangobbel nickli arkadaşım f dergisinin arşivlerini uzunca tarayıp bulmuş ve aşağıdaki yazıyı koymuş ve bende bloga koymanın çok daha güzel olabileceğini düşündüm..Üşenmeden okuyanların büyük keyif alacağı bir yazı..Bu arada efsane futbolcumuz Ulrich Van Gobbel'ide anmadan geçmeyelim..
"...sonradan barça'ya kaptan olan luis enrique dışında bir zamanlar real madrid formasını giyen bir oyuncu asla madrid kralcılarının can düşmanları barcelona'lılar tarafından bu kadar sevilmedi. futbolun yavaş yavaş güzel bir oyun olmaktan çıkıp dünyanın silah ticareti ile birlikte en büyük endüstrisine dönüşmesinin en sancılı sürecinde olacak iş değildi bu, ama oldu. eğer fernando redondo, la liga'nın 1991-1992 ve 1992-1993 sezonlarında ligin son haftasında tenerife formasıyla real madrid'i iki kez yenip şampiyonluğu sol ayağında hayat bulan altın tepside barcelona'ya hediye etmeseydi de bu kadar sevilir miydi ?
sevilirdi, çünkü teknik direktörü valdano ile birlikte madrid'in kralcılarına tarihlerinin en büyük şoklarını yaşattıktan sonra real formasını giydiği 6 sezonda barcelona'ya defalarca kök söktürmesine rağmen bir gün olsun diğer real'li süper yıldızlar gibi yuhalanmadı. hatta birçok kez barçalılar redondo'yu oyun kuralları dahilinde durduramayıp italyanvari tekmeler savurduklarında barcelonalılar'ın bile içi cız etti. nasıl etmezdi ki ? 1990'lı yıllarda hiçbir orta saha oyuncusu bu kadar güzel, bu kadar ateşli değildi; ondan başka hiç kimse sakatken oynayamadığı için kulübünün ödediği maaşı reddetmedi. ondan sonra hiçbir ön libero futbolu bu kadar güzelleştirmedi.
cruyff'tan dolayı babamızın hatırına barçalıydık. büyüyüp barça'nın bir futbol kulübünün çok daha ötesinde dünya düzenine karşı alınan en şık tavırlardan biri olduğunu öğrenip fanatikleştiğimizde bile redondo'yu sevmeye devam ettik. hala da severiz, özleriz, laf ettirmeyiz... 1991-1994 yılları arasında cruyff'un yarattığı barcelona gelmiş geçmiş en güzel takımsa, o yıllarda barça'da oynamasını istediğimiz tek real madrid'li de redondo'nun ta kendisidir. yollar hiç kesişmedi, çünkü redondo real madrid'i sevmişti bir kere. figo gibi yapamaz, para için dinini değiştiremezdi. ilk defa 16 yaşındayken 17 yaş altı güney amerika kupası'nda karşımıza çıktı. nestor rossi, antonio rattin, sergio batista'nın mihenk taşları olduğu arjantinli 5 numara geleneğinin en büyük mirasçısıydı. arjantin'de 5 numara stoper ya da liberolara değil, savunmanın hemen önünde beckenbauer çağında libero, endüstriyel futbol çağında ise defansif orta saha ya da ön libero olarak tanımlanan pozisyondaki oyunculara verilirdi. ama arjantin'de ön libero, avrupa'da sadece rakibin ataklarını ne pahasına olursa olsun kesip, topu tekniği çok daha iyi olan 10 numaraya veren piyon vasıflı oyuncudan ibaret değildi. 5 numara, orta sahanın mutlak hakimi, iki ceza alanı içerisinde sürekli mekik dokuyan, atakları ateşleyen, sürekli hücumu düşünen güzel futbol anlayışının veziriydi.
redondo, henüz 16 yaşında güney amerika kupası'nda arjantin ile şampiyon olduğunda dünyanın dört bir yanından gelen televizyonlar maçtan sonra sadece onun yüzünü yayınladılar. ağlıyor, sesi titriyordu. o gün tüm dünyada o habere rast gelen, futbolun f'sinden bile habersiz genç kızlar bu manet tablosunu andıran androjen yüze öyle bir vuruldular ki, bir daha kayıtsız kalamadılar. 1994 dünya kupası'nda arjantin kupaya erken veda ettiğinde, mahalledeki tüm kızlar yas tutacak, bir daha da redondo oynamayacağı için hiçbir dünya kupasına o günkü ilgiyi göstermeyeceklerdi. o, brigitte bardot ile alain delon'un çocuğuymuş kadar güzel yüzdeki gözlerden bambaşka bir futbol ateşi yayılıyor, hepimizin zihnini esir alıyordu. arjantin önce 1992 yazında konfederasyon kupası'nı, bir sonraki yaz da copa america'yı kazandığında, futbolun peygamberi hazreti maradona, halefini gururla ilan etmişti: "sergio batista, mükemmel bir orta saha oyuncusuydu ama batista bile orta sahada hem bu kadar yıkıcı hem de yapıcı oynamak bağlamında redondo'nun gerisinde kalır. bir anda rakip takım boğucu bir baskı kurduğunda, tek bir hareket ile o baskıyı yıkıp alana yıkmayı başaran, oyunun her iki yönünde de eşit biçimde bu kadar etkili olan başka bir arjantinli görmedim. redondo için arjantin hücumları, rakip takım onun üzerine doğru geldiği anda başlıyor. eğer 1990'da oynasaydı, italyan mafyası ve onun en büyük ortağı fifa bile bizi durduramazdı."
1990'da oynasaydı... oynayabilirdi... kimine göre bilardo onu maradona'nın baskısı ile kadroya davet etmiş ama redondo, bilardo'nun aşırı defansif oyun anlayışına uymadığı için yedek kalacağını düşünerek italya'ya gelmek istememişti. redondo'nun ailesi ise, bilardo'nun ona açık açık yedek kalacağını belirttiği için redondo'nun üniversite eğitimini seçtiğini ileri sürdü. redondo ise bu konu hakkında tek söz etmedi, çünkü sonraları arjantin forması ile arasına öyle kara kediler girecekti ki, 1990 yılının gizli gerçeği, redondo-arjantin tarihinde yalnızca bir virgülden ibaret kalacaktı. ama 1990'da sakat sakat oynamak zorunda kalan maradona çoğu zaman olduğu gibi haklıydı, orta sahadaki tüm yaratıcı yük onun sırtına binecek, caniggia'nın kart cezalısı olduğu final maçında tek bir tehlikeli pozisyon bile yaratamayacaklardı. 1994 dünya kupası'nda bilardo'nun halefi basile'nin bebek yüzlü asiyi ilk on birde oynatmaktan başka şansı yoktu, çünkü ikinci kez tenerife formasıyla son haftada real madrid'i yıktıktan sonra artık teknik direktörü valdano ile beraber madrid'e transfer olmuştu ve uzun bir aradan sonra sonsuzuncu kez yeniden doğan maradona yanına o zamanlar dünyanın en iyi ligi olan la liga'nın en iyi 5 numarasını istiyordu. maradona, doping skandalından sonra kupadan ihraç edildiğinde, redondo hayatının şokunu yaşadı. ikinci turda maradona'sız arjantin, romanya'ya elendiğinde kupanın en başarılı arjantinlisi açık ara farkla redondo'ydu.
90'lı yılların en iyi defansif orta sahası real madrid'de dünyaları kazansa da, basile'den sonra bir daha arjantin forması giyme şansını pek bulamadı. çünkü arjantin'i, eski bir hesap uğruna maradona ve kalıntılarından temizlemek isteyen passarella böyle buyurmuştu: "hippi kılıklı, uzun saçlı, küpeli, arjantinli erkeklere değil de amerikalı kadınlara benzeyen uzun saçlılar bir daha asla o kutsal formayı giyemeyecekler çünkü bu formaya yakışmıyorlar." redondo'nun cevabı oldukça net ve manidardı: "passarella, o formayı alsın, münasip bir yerine soksun." bu milli formayı önemsememek veya vatan hainliği değildi, bir vatan haini varsa o da passarella'nın ta kendisiydi. futbolcuyken 1986 dünya kupası'nda maradona'yı kıskanan ve oyuncular arasına nifak sokmaya çalışıp başaramadıktan sonra kadro dışı kalan passarella, arjantin'i çalıştırırken oyuncuları form durumlarına göre değil de, saçlarının uzunluğuna göre ayıracak, aslında maradona'nın en yakın arkadaşları olan formunun zirvesindeki caniggia ve redondo'yu kadroya almayarak arjantin'in ayağına kurşun sıkacaktı. veron parlak elmas küpesi, batistuta ise redondo'dan çok daha uzun saçlarıyla 1998 dünya kupası'nda arjantin'in en iyi isimleri olurken, sadece tükürdüğünü yalayacak ama redondo'yu bizlerden mahrum bırakarak en başta kadınlar olmak üzere hepimizin haklı nefretini kazanacaktı.
passarella, arjantin'i kişisel hesapları uğruna batırıp kovulduktan sonra bielsa, redondo'yu yeniden milli takıma çağırdı. redondo'lu arjantin 1999 yılında brezilya'yı 2-0'lık net bir skorla yenerken, o gün rivaldo'yu sahadan silen redondo, maçın adamı seçildi. ama artık bir kez arjantin formasından soğutulmuş, bir daha da ısınamamıştı. 1994-2000 yılları arasında bernabeu'da roberto carlosvari bir azizin mertebesindeydi ve o sadece futbol oynamak istiyordu. sadece kendisi istediği için saçlarını kesmiş, passarella'nın provokasyonu ile ikiye bölünen arjantin tribünleri için tartışmalı bir isim olmaktansa kendisine tapan bernabeu ahalisine daha fazla layık olmayı tercih ederek milli takımı bıraktı. onun kendisini keşfeden valdano ile beraber tenerife'den real madrid'e geçmesiyle barcelona sultası biraz olsun yıkıldı. tenerife forması ile r.madrid'e yaşattığı ilk şokta takımının son maçta kümede kalmasını sağlamıştı. 1993'te ise tenerife'ye uefa kupası yolunu açmış, sonunda bir zamanlar f.bahçe'nin yaptığını yapan r.madrid, kendisine karşı bu kadar iyi performans gösteren arjantinli'yi valdano ile beraber renklerine bağlamıştı.
redondo'dan önce real tarihiyle eş anlamlı olan sanchis ve hierro değişmeli olarak ön liberoda oynuyorlardı. sanchis, oyunun savunma yönünde, hierro ise hücum yönünde daha etkiliydi. ama valdano, ikisinin toplamının yaptığı işi redondo'nun tek başına yapabileceğini bildiği için, hiç tereddüt etmeden redondo'yu onların yerine monte etti. bu değişiklik hierro ve sanchis ikilisinin savunmanın ortasına çekilerek yeniden doğmalarını sağlarken 1995 ve 1997'de r.madrid nihayet barcelona'yı geçerek şampiyon olacak, şampiyonlar ligi'nde de yeni bir r.madrid efsanesi doğacaktı.
real, önce 1997-98 sezonunda, sonra da 2000 yılında şampiyonlar ligi'nde şampiyon olurken finalde her iki takım arasındaki farkı redondo belirliyordu. rakipler ikişer ön libero iler orta sahada üstünlük kurmaya çalışırken, oyunun her iki yönünü de aynı ustalıkla oynayabilen redondo doksan dakika boyunca oyunun ritmini dikte ederek, hem roberto carlos'un sol kanatta sonsuz hücum hünerlerini sergilemesini sağlıyor, hem de zidane'ın ikili mücadelelerde yıpranmasını engelliyordu. valdano'dan sonra 1997'de la liga şampiyonluğunu kazandığı teknik direktörü capello, redondo'yu yere göğe sığdıramıyor: "ön liberoyu milan'dayken desailly'yi orta sahada savunmanın hemen önünde oynatmaya başladığım için benim başlattığım söylenir. belki de doğrudur. ama benim için sahada kırmızı çizgilerle ayrılmış alanlar yoktur. önemli olan savunmanız ile forvet hattınız arasındaki mesafeyi kısaltmak, hatlar arasında yakın bir bağlantı kurmaktır. milan'dayken desailly'yi bu işi yapması için saatlerce çalıştırmıştım. ama real'e geldiğimde hazıra kondum. çünkü redondo, oyunun ritmini belirlemede, hatlar arası bağlantıyı kurmada eşsiz bir yeteneğe sahipti. ona hiçbir şey söylemem gerek yoktu, o zaten küçüklüğünden beri böyle oynuyordu. sadece kendisi gibi oynadı, bu bize yetti de arttı."
2000 yılında r.madrid, şampiyonlar ligi şampiyonu olduğunda yılın en iyi oyuncusu ne zidane ne roberto carlos seçildi. nihayet, şampiyonlar ligi ödüllerini verenler, yıllardır bernabeu'dan yükselen arjantin çığlığına kayıtsız kalmadılar. redondo yılın oyuncusu ödülüne layık görülürken, çeyrek finalde manchester united karşısında yağtığı asistle tüm dünyadaki futbolseverlerin kalbinde asla silinmeyecek bir iz bırakmıştı. her iki maçta da o zamanlar dünyanın en iyi defansid orta sahası olarak görülen roy keane'i adeta sahadan silen redondo, oyunun rölantide olduğu anlarda birden sol kanattan marc overmars'ı andıran bir hızla ileri çıktı. sol açıkta karşısına çıkan berg, o ana kadar sahanın en iyi oyuncularında biriydi ama redondo, ona öyle bir çalım attı ki bir daha berg'den haber bile alamadık. redondo berg'i karşısına aldı ve bir anda sol ayak topuğu ile topa bilardo oynanan ıstakalarla bile verilemeyecek bir falso verdi, berg her yerde topu ararken, saçlarını düzelten redondo çizgiye inmiş, topu boş kaleye yuvarlayacak olan raul'un önüne al da at dercesine bırakmıştı. bir zamanlar barçalılar'ın yaptığı gibi, böylesine bir futbol güzelliği karşısında old trafford'u tıklım tıklım dolduran manchester united taraftarları sadece ayağa kalkıp alkışlıyorlardı. ama sonrada makelele gibi bir abideye bile aynı haksız muameleyi yapacak olan başkan perez alkışlamıyor, birkaç hafta sonra ilk icraati olarak "defansif bir oyuncuyu italyanlara on sekiz milyon euro'ya sattım" diyerek böbürleniyordu. aynı günlerde binlerce real madrid'li bernabeu'nun çevresinde toplanıp başkanlığının henüz birinci ayındaki perez'i istifaya davet etti. kulübü basmakla ve perez'in evini yakmakla tehdit eden taraftarlar, bir sabah gazeteyi açtıklarında redondo'nun milan formasıyla resmini gördüklerinde, bernabeu'ya şu pankartı astılar: "redondo'yu satan real'i satar"
redondo gibi doksan dakika boyunca her şeylerini ortaya koyan oyuncularla gelen başarılardan sonra perez'in parasını aklamanın en kestirme yolu olarak kurduğu "süper yıldızlar topluluğu" taşa vurdukça, taraftarlar sık sık perez'i protesto etmek için 5 numaralı redondo formalarını tribünlere astılar. bu maçlardan biri de 2002-2003 sezonu şampiyonlar ligi karşılaşmasında redondo'nun milan formasıyla bernabeu'ya döndüğü gündü. milan'a gittikten sonra iki sezon boyunca sakatlığı yüzünden hiç forma giyemeyen redondo, o gün kendisini daha ispanya'ya gelmeden önce futbola başladığı argentinos juniors'la sahaya çıktığı ilk günkü gibi hissediyordu: "ayaklarım titriyordu, bayılacak gibi olmuştum. ben artık real madrid'de oynamıyordum ama kafamı her kaldırdığımda tribünlerin her yerinde redondo yazan 5 numaralı r.madrid formasını görüyordum. halbuki üstümde sakatlanmama rağmen benden hala umudu kesmeyen ve bir hayat borçlu olduğum milan'ın forması vardı. yine de ayağıma gelen bütün topları o gün rakibim olan bir zamanların en iyi arkadaşlarıma atmamak için kendimi zor tuttum. biz zaten gruptan çıkmayı garantilemiştik, o yüzden onların kazanmasını istiyor ama bu yüzden kendimden utanıyordum."
tüm bunları hisseden ancelotti, redondo'yu oyundan aldığında asıl kıyamet koptu. ilk kez rakip takımda oynayan bir futbolcu için bütün bernabeu ayağa kalkmış, kendilerine maçı kazandırmışçasına alkışlıyordu. real madrid'i yavaş yavaş batıran perez, redondo'yu para için satmıştı. ama redondo milan'a para için gitmemişti. redondo'nun değerlerinde para perez için olduğu gibi ilk sırada olsaydı, milan'da sakatlanıp iki sezon boyunca hiç forma giymediğinde kendisine ödenen maaşı reddetmezdi. redondo'nun bu önerisi karşısında galliani çok şaşırmış, ne yapacağını bilememişti ama redondo'nun ısrarları karşısında bu daha önce rastlanmamış teklifi kabul etmek zorunda kaldı. yine de redondo'nun ısrarla geri vermek istediği araba ve evi geri almayı kabul etmedi. bu eşsiz davranışı karşısında, iki yıl sonra sahalara döndüğünde hemen sözleşmesi uzatılan ve maaşına zam yapılan redondo, her ne kadar real formasıyla özdeşleşse de milan'ın da o büyük kalbinde bambaşka bir yeri oldu: "milan, çürük redondo'yu baş tacı yapmıştı, tabii ki o hiç hak etmediğim parayı alamazdım, onlara hayat borçluydum. komada yatarken, bir an bile gözünü kırpmadan bekleyen bir sevgili gibi milan." bir başka futbolcu olsa, iki yıl boyunca sahalardan uzak kalmasına sebep olacak ağırlıkta bir sakatlıktan sonra hiç düşünmeden futbolu bırakırdı. ama doktorlara göre bir daha oynaması imkansızken redondo'yu futbola döndüren de milan'a karşı hissettiği vefa duygusuydu. başka türlü bir insandı redondo. saha içinde nasılsa saha dışında da öyleydi. onun için hayatın her anı, bernabeu kadar devasa bir futbol sahasıydı. aynı futbol çağındaki diğer meslektaşları için futbol ne pahasına olursa olsun bir kazanma endüstrisiyken, redondo için bir sanat biçimiydi. beckham'ın endüstriyel, kozmetik ve plastik güzelliği, redondo'nun dünya güzeli yüzünden sol ayağına yansıyan kozmik güzelliğinin yanında beş para etmez. barçalılar bir daha asla bir realli'yi bu kadar sevemezler. redondo'dan başka hiç kimse yıllık 5 milyon euro'luk maaşından ölse bile kolay kolay vazgeçemez.
2006'da düzenlenmesine maddi manevi büyük katkılar sağladığı evsizler dünya kupası'nda redondo'yu izlerken, sevgilim onu unutmamıştı: "bu çocuk o değil mi, hani senin karşı takımında oynarken tekme attıklarında ayağa kalkıp kızdığın bebek yüzlü çocuk ?" evet, ta kendisi, fernando redondo, hayatını galatasaray lisesi futbol takımına adayan göksel hoca'nın "kız olsaydı, hemen yarın evlenirdim" dediği, futbol dünyasının en güzel yüzü, en güzel ruhu..."
(vangobbel, 2.1.2009 14:30)

Argentina



Lionel Messi, Kûn Aguero, Carlos Tevez, Ezequiel Lavezii, Fernando Gago, Maxi Rodriguez, Lucho Gonzalez, Juan Roman Riquelme, Gabriel Heinze, Javier Mascherano, Martin Demichelis..Takımın başında Armando Diego Maradona.. Teknik direktörlük yeteneğini bilemem ama bir yıldızı en iyi anlayabilecek isim, bence şimdiden 2010 Dünya Kupası'nı kim kazanıra Arjantin oynamak lazım.. Maçların bir de halı sahada oynanacağı düşünülürse ağlatır bu takım..